3c

Ağustos 06, 2010

Aylardır bir "veda yazısı" düşlüyorum bloga. Ama bunalım bir omzumda, askerlik bir diğerinde, yazıyı boş bir çaba olarak aksettiriyorlardı beynimde. Hatta kafamdaki yazı bir "sonun başlangıcı"ydı. Böyle bir bloga neden kalkıştığımın ve sonunda gelen değişimin sancılı ve kim bilir ne kadar sanrılı öyküsü. Adını bile değiştirmeyi düşünüyordum blogun "bir şey değişti mi ismi de değişmeli" düsturuyla: / Değişimin Blogu /
Şimdiyse bunu yapmayı düşlediğimi anlatan bir yazıyla yetiniyorum sadece. Dünya rüya içinde rüyaymış, yazıysa gözü açık görülen bir rüya. Bunalımdan kurtulmak da iyiymiş ama hüzün hep yanımda. İyi ki de yanımda, iyi ki hüzünde beni heyecanlandıran bir şeyler var, yoksa nasıl katlanırdım yaşamaya!

Anlatacak çok şeyim var gibi geliyor hep ama içim bomboş. Okuduklarımı ve bana dayatılanları sayıklıyorum özentilikle. Özene özene de yazmıyorum üstelik, oysa kımıl kımıl oluyor içim güzel yazdığımı düşününce. Bir inancım da yok, ne de sabit bir düşüncem. Ve kendimle paslaşmam gerektiği yerde, ben sürrekli gol atıyorum kendime. Rekabet beni de bölmüş sayılara, gerçeğin peşine düşlerimle koşuyorum, elimde kelimeler, gözüm sağır, kulağım kör gibi sözcüklerle cirit atıyorum ne idüğü belirsiz tümcelerde.

Sonunda sorgulamanın sonu hep aynı yere varıyor ne yazık ki: yazmak da yaşamak gibi beyhude. Şükretmem gereken yerde şikayet ediyorum, ki şükrediyorum da kime şükrettiğimi bilmeden. Belki de biliyorum ama işime gelmiyor. Belki de insanlara kızıyorum ezbere yaşıyorlar diye. Yaşamayı ezberliyorlar diye. Ama ben kimim ve ne haddime ezbersiz yaşadığımı iddia ediyorum. Yoksa kendime de mi kızıyorum ben. Her şeye karşı çıktığım, her şeyi sorguladığım için mi benim hayatım doğaçlama... Saçma! Ben de herkes gibi yapıyorum işte, mümkün mertebe kaçıyorum kendimden. Kaçmaktan başka seçenek olmadığını bile bile yakıyorum gemilerimi ve yenilerini yapıyorum daha yangınım sönmeden.

Aslında şunu da demek istiyorum: bu blogda görünen kişi ben değilim. Yani tam anlamıyla ben değilim. Benim bir belirip bir kaybolan bir yüzüm sadece. Benim beni daha iyi tanıması için uydurduğu bir bendi, geldi geçti.

Blog sevdam bitti sayılmaz. Çünkü kibrim izin vermiyor sessiz kalmama. Boş da olsa konuşacağım. Ben olmasam bile başkalarını konuşturacağım. Bende benden içerü bir sürü ben oldukça, elbette ki ben bir başkalarıdır, ve hatta ben bir başkaldırıdır! Yani daha benlerden kurtulamadın, sana diyorum ey dünya!
5c

Aralık 19, 2009

boşluktan doğmuşum, doluyu boşamaya çalışıyorum. alışıyorum. insan her şeye alışırmış, ben de insanım, ben de alışıyorum. sonra boşu boynuma doluyorum. dolanıyorum boyuma posuma bakmadan, boyuna dolduruşa geliyorum. sağım solum belli olmaz diyorum. sağımı soluğumu belirlemek istiyorlar. belimi kırmak için hepsi, beş karış aklımı yerle bir ediyorlar.
0c

unutulmuş kelimeler yazıyor
bir bir açılıyor dünün tarihi
tarifi kitapları aç bırakıyor
bakıyorlar yüzüne, geldiğin yere dön
donmadan yüzümdeki sessizlik
eşsiz yağmurlar yolda, buğusu
uğultulu kaygıları maskeliyor
askıya al gözlerini
közleri yanan ellerinin
selleri çağırıyor, camdan bakan yok

delilik! dur yanımda kal
anlatmaya zaman yok gerçekleri


1c

Aralık 17, 2009

siz bilmezsiniz ama
bunu dağlar her şair aslında
yaşam ya hani unutur gibi yaşamak her şeyi
yormayın siz fazla yüzümdeki yarayı

ve gözler arayayım ben yaşlı
yaşlı gözler arayayım ben
yelken açıp yelken kapayayım
miadı dolmuş hüzünlere
hem kimse üzülmesin hem
yoğrulur daha çok sizden bu dünya

zaman nasıl da ağırlaşıyor bazan
dedim ya bazen oluyor hep her zaman
zamanı da kendi ayağından asacaklar bi'gün
bi'doğruyu eğmek çok zaman alacak
anımsayacak dümenleri sonunda fenerler
ve yatıya da kalacak güneş bir gün
ve dağların ardına bakmak olmayacak o zaman
hani bir gün bir vapurda
gözünü delip delip susmuştum ya

şimdi yağsa yağmur dışarıyı seyretsem
eskilerden bir gülümseme belirse ağzımın en kenarında
ve böylece bıraksam yaşamı unutkanlara
çünkü bu hafriyat çok derin
yanaşılmıyor yanına
yanına yan açılmıyor

beni kendimle başbaşa bırakmayın
ben hep kendimle başbaşayım

2c

Aralık 10, 2009

bir ben varım, bir de içimdeki ses. bir ben varım bir şeyler yapan, eden, bozan, yaratan, yıkan; bir de ses var beni eleştiren, beni durduran, beni telkin eden, beni telaşa iten; ve bu ses benim tanrımı, benim vicdanımı, benim bilincimi, benim şeytanımı temsilen orada biliyorum. bir de öteki var... düşünme payı istiyorum bazen, bazen de hiç düşünmeden doğru kararı vermek istiyorum. düşünmek yabancılaştırıyor, yabancılaşma farklı olduğun izlenimi yaratıyor, hatta bazen sık sık eğlendiriyor.

ben her yola gelmiyorum. her yolu anlıyorum. ya da anladığımı sanıyorum. ikisinin arasında şimdilik pek bir fark görmüyorum. etrafıma baktığımda her şey benden farklı görünüyor, ama bir o kadar da tanıdık, benden. sonra bu tanışıklığı biraz olsun kırıp bana yeni bir şey sunan hayat karşısında heyecanlanıyorum. bir şeyle sadece buluşmuş olmak yetmeli mi diye saatlerce düşünüyorum. sevdiğim bir şeyle buluştuğum anda sarıp sarmalıyorum, benim olsun istiyorum. ama böyle olsun da istemiyorum. sonra bi daha kendimle buluşuyorum. bu sefer günlerce, aylarca düşünüyorum. bana yaşamı hesaplamayı öğretenlere kin kusuyorum içimden. içimden kustuğum için, kendi içime kusmuş oluyorum. her kim ki, sevgisini, nefretini içinde tutuyor, ben anlamakta zorlanıyorum. kendimi anlamakta zorlanıyorum. kendimi anlatmakta daha çok zorlanıyorum. her şey söylenince her şey bitecekse, söylensin, bitsin... ne de olsa bitmek de bir sanrı.

artık hatırladım: benim olsun isteyince aslında o istediğim şeye dönüşmek istiyorum. karşıma çıkan herşey, dikkatimi cezbeden ve vaktimi harcadığım herşey benim bir parçam oluyor artık. işte o zaman hiçbirşey farklı görünmüyor, hepsi hepitopu benden ibaret herşey. bunu ben biliyorum, tanrım biliyor ama yine de durmuyorum. o kadar heyecanlanıyorum ki, güzel'in önünde ellerim titriyor, durmak imkansızlaşıyor, güzel'in beni sevmesini diliyorum. dilemek ile dilenmek arasında tek sesle yenik düşüyorum. sonra yüzyıl öncesinden bir çocuğun, bir gün güzel'i dizlerine oturttuğunu ve onu acı bulduğunu okuyorum. acı bile değil, kekremsi, buruk...


aşkın güzelinden korkuyoruz. güzel'in aşkından korkuyoruz. korkunun güzelinden aşkoluyoruz. aşkı korkudan güzelliyoruz.
3c

Aralık 05, 2009

yalnızlık, -ğı

a. 1. yalnız olma durumu, kimsesizlik: dostlarla da yollar ayrılalı bir bir / gittikçe artıyor yalnızlığımız -c. s. tarancı. 2. kimse bulunmama durumu, ıssızlık, tenhalık.

güncel türkçe sözlük

yalnızlık ing. isolation

bir nesnenin bağlı olduğu coşkudan kopup ayrılması. (kollektif bilinçaltından kimi gerecin kopup bilince yükselmesi sonucu olarak kişinin benzerlerine karşı yabancılık geliştirmesi.)

bsts / ruhbilim terimleri sözlüğü 1974



ruhbilimi icat olunana kadar insan evrimi boyunca hiç yalnız kalmamış, ama nereden geldiği belli olmayan bir cürretle yalnız olduğunu iddia eder durur... bence insan kafasının içinde yaşadığı için kendisini yalnız zannediyor. sanki tek başına kendi kendini var edebilirmiş gibi. ama kelimenin tanımına sadık kalırsak bizler yalnız değiliz, hiçbir zaman yalnız olmadık, öteki hep yanımızda, tepemizde, dizimizde, hatta uzağımızda oldu. sonra sadece ortalık çok karıştı ve kimse kimseyi anlayamaz hale geldi. kimse kimseyi gerçekten anlayamadığı ve herkes en iyi kendisini anladığını sandığı için, yalnızlık dediğimiz şeye yani kendimize gömüldük. anlaşılmamak ve anlayamamak yabancılaştırdı bizi dünyaya, ötekine. o halde anlayışta birleştiren bir şey olmalı... ama biz, bize varım diyebildirenin, bizi var edenin öteki olduğunu bildiğimiz halde, kendimizi ne sandığımızla o kadar uğraştık ki, öteki'nde kendimizi tanıyamadık bile.

(ana rahminden çıkıp dünyayla ilk tanıştığımız anda bizi karşılayan ilk şeyin acı olması ne büyük talihsizlik. ilk verdiğimiz tepki de ağlamak. ilklere verdiğimiz önemse pek meşhur. sonuçta acı alışılan bir şey ve ağlamakla ömür geçmiyor. şimdi oldu mu sana tüm hayatın acıyla mücadele. yalnızlıksa acıya acıyla bulunmuş en acılı çare. kelime oyunu yapmıyorum bu sefer, gerçekten öyle. üstelik biz yaşamı değerli bile bulmuyoruz mücadele içermedikçe. zor yaratıklarız, tatmin olmuyoruz. halbuki içimizdeki robinson crusoe'ların bile cuma'ları var. şunu anlayamıyorum: eğer yalnızlık öteki'nin eksikliğiyse, neden yalnız hissetmekle yalnız olmak arasında uçurumlar var? işte o uçurum insan, biz, her birimiz...)


gerçek yalnızlıkta insanın dili tutulur, konuşamayacak hale gelir bir süre sonra -ya da tam ters teperek, kendisiyle konuşacak hale. gerçekten yalnız kalmış kişi kimsede iz bırakmaz, çünkü onu kimse duymamıştır -kendinden başka. rousseau gezerken yapayalnız düşlerini yazdı, kırdı bir şekilde yalnızlığı, zamana meydan okudu. oğuz atay kendisini önce ikiye, sonra bilmemkaçlara böldü. saymakla bitmez yalnızlıkla mücadele. ve sanki acı insana, yalnızlık allah'a mahsus. hayvanlara özenmekse ayrı bir mevzu, demek ki bilincin kendini reddedip yine de yaşamak istediği bir nokta da var. belki acı, tam da adı acı olduğu için insana mahsus. bu yüzden iyi ya da kötü, hepimiz birer yalnızlık yetiştiriciyiz. ve yalnızlık zamanla yetişir, zamanla yarışarak değil.

(allah'ın bir tane adı olmalıydı, o da yalnızlık. yalnızlığımızı her hissettiğimizde tanrıyı hissetmiş olurduk belki böylece.)




Sens-tu le sens?



yalnızlık allaha mahsus

yalnızlık allah'a mahsussa yalnızlığına sahip çıksın, yıllardır yalnızlığı bende duruyor, atıp satamıyorum da, suçlusu ben olacağım diye. bir gün de merak edip aradığını, "yalnızlığım sende kalmış, almaya geldim" dediğini görmedim, duymadım.
(cyrano, 12.07.2003 05:06)
Ekşi sözlük
1c

Kasım 30, 2009

bugün anladım seni
ve sen hala çok güzelsin
ve ben hala hep silahsızım
size sizin silahlarınızla saldırdığımdan beri
1c

Kasım 29, 2009

"Kendimizi lambalarla ve gürültüyle sersemletmek istiyoruz. Bütün kitaplarımız, bütün eylemlerimiz sadece günlerin çatırtısıyla dolu. Oysa bizi yöneten - içgüdüler, hayalgücü, rüyalar, tutkular, yaratıcı güç - kontrolsüz bir gölgenin içine dalıyor. Yakarıyoruz, ışık umuyoruz, halbuki tam zıt bir etkiyle, bizi dehşete düşüren bu karanlık adamakıllı besliyor bizi.

Ancak başka bir şey var. Böylesine korkunç bu gece, eğer onu kucaklarsak yararlı beliriyor, gözlerimiz açık, bakışımızın hakikati içinde."


Jean Tardieu, Obscurité du jour / Günün karanlığı

0c

Kasım 18, 2009

her şey yüzeyde. yüzüyorlar bak. bak yüzüyorlar. üzüyorlar üzüm üzüm. sanırım iyi şarap olur benim hüznüm. aslında diyorum ki ve ne kadar desem azdır, hüzün bana çok yakışıyor. sen de orta oyunu oynarcasına diyecektin ki, yüzün bana çok yakışıyor. ikisi de bak ne demli çakışıyor. mevsimler kışınca baharlanıyor yazım bir güzel, ah sen bilmezsin bizi bu güz bu el havalar mahvediyor. ve harlanıyor elim kışkırtıyor yazı. ahenkaz gibiyim boyamak istiyorum duvarları.

her şey yüzeysel. götürüyor sel alıp bak. bak sel alıp götürüyor. hüznün derisi yüzülünce geriye bi'yüzüm kalıyor. yüzümden geriye kalanlarsa mahzenlerde tozlanacak. sesimi imleyemiyorum ya bir türlü, bu kader oluyor ancak. sırrını paylaşsan iyi olur artık, varla yok arasında ne var? benim işte imlaya gelmez bir de sevgim var... sınırları sinirlere dayayan. da yanmaz gemiler de bu saatten sonra benim güneşi terk edesim var.



"uçmak istiyorum güneşi terk etmek
bir enkaz gibi hissettirdin bana kendimi
artık zamanı boktan kafamı sömürmenin
ve şu parça parça ay dağını tırmanmamın cehenneme"*






*Melodium - Quit The Sun eşliğinde *
0c

Kasım 11, 2009

tersten eserse tüh biz
derdi tu
fransızlar


gülün essin tersten yoksa gülümse hadi
istemiyorlar olmak rasyonalize bile kediler
bir küstü sana şehir tül ev
küstün zaten annene.
acıktı karnın tutku sonra
anlamadıklarım ada verir fire
zaman o da çok ne zaman
benzer sıfıra ad kadar ne
o oyunlar tehlikeli yaprağa bir namaz o
uyursun

yağmur sen yağar şehre bütün gece

ve tutunamayanlar düşebiliyor bile ağaçtan
görsün üzmeye şehri turuncusu baharın
ve plaklar plaklar plaklar aynı
de bir de iki
da unuttun tadını bir şarkının sanki
tura bir
ikide diyorum yazı
biriktiriyorum ellerimle de bir tufanları

bu ben inatla yerlerine bir üç başının

kalıyor yoldaş bedenin hayret
şaşkın mı yaptı kul kutu tedbir
aşk kuruyor tuzak bir bubisinden ne
zaman mat geçmediği yol tam
o işte bilmiyor geçmek da yol bir türlü
durmadan ağırlaşıyorum ağlıyorum tuğla
istiyor tutuklamak beni arsız devler

Truva'dan geliyor ta bir tutarsız sonunda bak

unuttum sende günü mü ne
korkma öyleyeceğim şey bir id mi?
tutuldum kattın şekere anda bir tuttun
bugün attım tepemi artık olduysa nasıl tutmadın
kaldım seni kalmadın tuttum sana

tutkalsın biraz sevgilim tuta tuta kendini


Çürümenin Blogu © 2008 Blog Design by Randomness