1c

Kasım 29, 2009

"Kendimizi lambalarla ve gürültüyle sersemletmek istiyoruz. Bütün kitaplarımız, bütün eylemlerimiz sadece günlerin çatırtısıyla dolu. Oysa bizi yöneten - içgüdüler, hayalgücü, rüyalar, tutkular, yaratıcı güç - kontrolsüz bir gölgenin içine dalıyor. Yakarıyoruz, ışık umuyoruz, halbuki tam zıt bir etkiyle, bizi dehşete düşüren bu karanlık adamakıllı besliyor bizi.

Ancak başka bir şey var. Böylesine korkunç bu gece, eğer onu kucaklarsak yararlı beliriyor, gözlerimiz açık, bakışımızın hakikati içinde."


Jean Tardieu, Obscurité du jour / Günün karanlığı

1 comments:

  1. güneşin doğumundan, yeniden doğmaktan, ışığın kerametinden, varoluşa gelmenin o aydınlık yanından bahsedilir sürekli. biz de o anlatıların içerisinde bu aynı ışık hikayelerinden bahseder dururuz.

    alacakaranlık deriz, geçip giden geceden sonra gelecek kurtuluş deriz, kötülüklerin çoğaldığı göz-görmezlik deriz. hatta bir an için tapınmaktan kimsenin kendini alamayacağı hegel de içinde ineklerin kara olduğu gece demişti, hoşnutsuzluğunu fısıldarken.

    korkuyoruz ışıksızlıktan, varoluşumuzun belli olmamasından ya da belki ışığın varoluşuna yaslayamamaktan kendi karanlığımızı. onda yok olan iç karanlığımızın karşısında aslında kaçacak yer aradığımızdan. karanlık diyoruz, soğuk geliyor, soğuk diyoruz, korku geliyor, korku diyoruz yok oluyoruz. benliğimizden sürülüyoruz. benliksiz, güneşsiz olamıyoruz.

    ama ışık, güneş, iyilik olduğu zaman hiçbir yere kaçmak zorunda değiliz. her yer ışık, öylece hareketsiz bir şekilde gelip bizi havalara uçurmasını, mutlu etmesini bekleriz. değil mi ki güneş gelir, bizi kollarına alır ve kaldırır.

    ayaklarımızı yerden kesen tüm tanrıları severiz, başta ışık elbette. ama ışığın koruyucularının bile karanlığı sevmeye başladıklarında ne olduğunu pek kimse anlatmaz. yasaklı, çıldırmış ve delirmiş filozofların, yazarların karanlıklarından gerçekten hiç kimse bahsetmek istemez, kimse bu anlatıları gerçek anlamda sevmek istemez. ama bir gün, düşüncelerimiz, algılarımız, hayallerimiz ışıksız varolmasını bildiğinde, kendi karanlıkları içinden türeyen kendi öz-ışıklarını, öz-sislerini üretmeyi bildiğinde, herkes kendi karanlığından bir ışık getirdiğinde, tek bir yer ve diğer bütün yerler birbirlerinden farklı ve birbirlerine ışık-karanlık geçiren olduklarında işte belki o zaman ayın doğuşunu deneyimleriz.

    ay doğuyor, karanlıktan kendi karanlığına meydan okuyor, ay orada sadece kendi ışığıyla. kendi söylemek istedikleri ve kendi düşünmek istedikleriyle. ay orada, yalnız başına ve gecenin zifiri karanlığında ölümcül yokoluşu doğurmakta. herkes, kendi yokoluşunun mucizesini karanlıkışıklaştırdığında artık güneş batmayacak, ay batacak... ve herkes kendine kendi insan oluşunu borçlanacak...

    ayın doğduğu ve battığı bir dünyada,,, güneşsiz bir evrende sopsoğuk bir dünyanın altında, ışığın delik deşik olduğu bir diyarda kendimizi unuttuğumuzda,,, o zaman ilk ve son kez doğmuş olacağız... ve ölümümüzü batacağız ilk ve son seferinde...

Yorum Gönder

Çürümenin Blogu © 2008 Blog Design by Randomness